TÜRK
DÜNYASININ ORTAK ÖZLEMİ: BÜYÜK TÜRKİYE ARAŞTIRMA TEMMUZ 2007
 Türkiyenin bugünkü en aciliyetli konularının başında, komünist bölücü
hareketin kökünün kurutulması ve milli birliğimizin tesis edilmesi yer almaktadır. Türk insanının
ortak özlemi ve beklentisi ise Büyük Türkiye idealinin gerçekleştirilmesidir.Süper devletlerkurmak, Müslüman Türk'ün
mesleğidir. Tarih bunun en büyük şahididir. Peki bu ideal nasıl gerçekleşebilir? Bu amaca ulaşmak
için hangi stratejileri takip etmek gerekir? Ahir zamanda Türkiyenin bir süper güç olarak ortaya çıkması nelere
bağlıdır?
Bir toplumu, yüz yüze geldiği
engeller karşısında dirençli ve muzaffer kılan, o toplumu oluşturan bireyler arasındaki milli
dayanışma ve birlik ruhudur. Bu birlik bağı, bir milletin varlığını koruyan ve fertlerini
birarada tutan en güçlü bağdır. Bunu zaafa uğratan veya kaybeden toplumların ayakta durması mümkün
değildir.
Türk Milleti'nin sayısız
tehdit ve zorluk karşısında asırlarca ayakta kalması, hiçbir zaman boyunduruk altına girmeden
varlığını sürdürmesi, her biri diğerinden güçlü 16 büyük devlet kurarak milyonlara hükmetmesi, insanımızın
milli birlik konusundaki duyarlılığının ve titizliğinin bir sonucudur. Türk insanının
bu husustaki kararlılığı, Milletimizi tarih sahnesinde yüzyıllardır lider ve öncü konumda tutmuştur.
Günümüzde ise geçmişte
olduğu gibi vatanımız yine dört bir yandan tehditlerle çevrilmiş durumdadır. Son günlerde artan terör
eylemleri, Kuzey Irakta giderek tırmanan gergin ortam, Ortadoğuda durulmak bilmeyen olaylar hiç şüphe yok ki
ülkemizin geleceği açısından son derece önemli konulardır. Bir yandan komünist ayaklanma hevesindeki bölücü
militanlar, askerimizi, polisimizi ve masum vatandaşlarımızı katletmekte, diğer yandan Türkiyenin
de içinde bulunduğu coğrafyada sınırlar yeniden çizilmeye çalışılmaktadır. Ülkemiz
tüm bu gelişmelerde saf dışı bırakılmak ve büyük karışıklıkların içine
çekilmek istenmektedir. Topraklarımız üzerinde çeşitli sinsi planları olanlar ise, dünya çapında
gizli ve açık yürüttükleri kampanyalarla, siyasal, sosyal ve ekonomik yönden saldırıya geçmiş durumda
olan materyalist odaklardır.
 Batılı Materyalistlerin Türkiyeyi Bölme Planı Hayali Bir Senaryo Değildir
Günümüzde Batıdaki
materyalist güçler tarafından organize edilen saldırılar, yıllar önce şekillendirilmiş ve uygulamaya
konulmuş olan "Türkiye'yi Bölme Planı" kapsamında sürdürülmektedir. Bu plan, asılsız bir dedikodu,
hayali bir senaryo veya bir komplo teorisi değildir. Türkiye, tarihin en büyük komünist ayaklanması ile karşı
karşıya getirilmek üzeredir. Güneydoğuda süregelen komünist bölücü hareket, gerçekte büyük bir planın
ara aşamasından ibarettir. Söz konusu plan Türkiyenin belli bir bölgesini değil tümünü kapsamaktadır.
Ülkemizi bölmeye yönelik oyunlar başarılı olduğu takdirde bunun hemen akabinde tüm vatanı kapsayan
bir komünistleştirme faaliyeti başlatılacaktır.
Irak'ta ve ülkemizin doğusunda olup bitenler
analiz edildiğinde, ortaya apaçık bir gerçek çıkmaktadır. Bu gerçek şudur: Milletimiz bütün bu tehdit
ve tehlikelere ancak topyekün milli birlik ruhuna sarılarak karşı koyabilir. Türk Milleti uyanık olmak
ve devletine destek olarak oyunları bozmak zorundadır. Bu nedenle, bugün gerek iç huzur ve istikrarımızın,
gerekse dış güvenliğimizin sağlanması açısından en acil ihtiyaç, bu ruha sahip çıkılması
ve onun yaygınlaştırılmasıdır.
Milli birlik ruhunun güçlendirilmesiyle
paralel olarak, Türkiye Devletinin de önümüzdeki dönem için milli bir strateji belirlemesi ve bu strateji çerçevesinde kararlı
bir dış politika sergilemesi son derece önemlidir.
Materyalist odakların Türkiyeyi bölme planlarına
nasıl bir karşılık verilecektir? Bu konuda hangi strateji belirleyici olacak, bu stratejinin fikri altyapısı
nasıl oluşturulacaktır? Bu soruların cevaplarının net bir biçimde ortaya konması gerekmektedir.
Bu cevaplar verilirken
göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir gerçek daha vardır ki; o da günümüzde Türk dünyasının
ortak bir özlemi ve ideali olduğudur. Bu ideal BÜYÜK TÜRKİYE idealidir. Türkiyenin tarihin kendisine yüklediği
liderlik misyonunu yeniden canlandırarak, tüm Müslüman Türk dünyasını tek bir çatı altında toplaması
bugün çeşitli devlet adamlarından stratejistlere, akademisyenlerden tarihçilere her kesimden insanın yoğun
bir biçimde dile getirdiği bir özlem haline gelmiştir.
Bu özlemi gerçekleştirebilmek
başta da belirttiğimiz üzere öncelikli olarak milli birliğimizin çok güçlü bir biçimde tesis edilmesi, ardından
da bu amaca yönelik somut adımlar atılması vesilesiyle mümkün olabilecektir. Peki bu şartlar altında
Büyük Türkiye ideali için izlenmesi gereken yol, atılması gereken adımlar ve yapılması şart
olan öncelikli işler nelerdir?
Türkiye'nin tarihin kendisine
yüklediği liderlik misyonunu yeniden canlandırarak, tüm Müslüman Türk dünyasını tek bir çatı altında
toplaması bugün çeşitli devlet adamlarından stratejistlere, akademisyenlerden tarihçilere her kesimden insanın
yoğun bir biçimde dile getirdiği bir özlem haline gelmiştir. | Büyük Türkiye İdeali İçin
1-Büyük Türkiye İçin İzlenmesi Gereken
Strateji, Büyüme Stratejisi Olmalıdır
* Türkiye, bölme girişimlerine büyüme
stratejisiyle cevap vermelidir. Birçok uzmana göre, Türkiye'nin elinde, bir ülkenin eline bin yılda bir geçecek bir fırsat
bulunmaktadır. Bu fırsat, "Türk Dünyası"dır. Örneğin Kıbrıs eski Osmanlı toprağıdır.
Türk'tür, Türk vatanıdır. Türkiye Cumhuriyetinin toprağı, Türkiyenin bir ili olmak Kıbrıs halkının
çıkarlarınadır. Azerbaycan için de aynı gerçek söz konusudur. Bugün Özbekinden Azerisine, Türkmeninden
Kırgızına bütün Müslüman Türk halkları adeta nefeslerini tutmuş bir biçimde Türkiye'nin birlik konusunda
atacağı adımları beklemektedir. Böyle bir birlik, sahip olunan kaynaklar düşünüldüğünde özellikle
ekonomik yönden son derece kuvvetli bir yapı ortaya çıkaracaktır. Bu ülkeler, Türkiye Cumhuriyetinin çatısı
altında bambaşka bir kimliğe bürüneceklerdir.
* Egemenlik sahamızın genişlemesi
öncelikle bölge insanlarına barış, istikrar ve refah getirecektir. Bu beklenti, aynı zamanda Ortadoğu
halkları için de geçerlidir. Son 50 yıldır dünyanın kalbi, "Osmanlı hinterlandı" olarak da adlandırılan
Ortadoğu'da atmaktadır. Eğer bu bölgede yer alan ülkeler, bugün dünyanın geleceğinde bu kadar hayati
bir öneme sahiplerse, bu durumda Osmanlı'nın varisi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin de bu süreçte kilit rol oynaması
kaçınılmazdır.
* Bugün yeryüzünde eksikliği hissedilen
adaletin, barışın ve kardeşliğin sağlanması, Müslüman Türk'ün rahatlıkla başarabileceği
bir iştir. Asırlardır İslam'ın bayraktarlığını yapan Müslüman Türk Milleti, bugün
de modern, aydınlık ve güçlü yapısıyla gericilikten ve aşırılıktan uzak katıksız
din ahlakı anlayışıyla bu görevi üstlenebilecek en uygun yapıya sahiptir. Müslüman Türk Milleti dünyaya
örnek olmak için gereken bütün meziyetleri ve vasıfları, bünyesinde layıkıyla barındırmaktadır.
* Süper devletler kurmak, Müslüman Türk'ün
mesleğidir. Tarih bunun en büyük şahididir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de, gerçek manasıyla barış
ve adaletin garantörlüğünü Müslüman Türklerin üstleneceğinin yüzlerce işareti belirmiştir. Türk Milleti'nin
İslam ahlakından kaynaklanan cesaret, azim, sabır, irade gibi üstün nitelikleri dünya milletlerine örnek olacaktır.
* Şunu da belirtmeliyiz ki, söz konusu
büyüme stratejisi, Osmanlı Devleti'nin yeniden kurulması anlamında değildir. Önemli olan Osmanlı
millet ve devlet anlayışının hakim olduğu, insanların dost ve kardeşçe yaşayabildiği,
barış ve güven dolu bir ortamın yeniden oluşturulabilmesi, güçlü bir ekonomik ve siyasi birliğin
tesis edilmesidir. Çünkü Osmanlı yönetimi ve tecrübesi, istenildiğinde çatışmaların merkezi haline
gelmiş olan bu bölgelerde huzurun ve barışın getirilmesinin mümkün olduğunu bizlere göstermiştir.
Bugün bir birlik oluşturma yönünde atılacak somut adımlar, bölge devletleri tarafından da kabul görecektir.
Üstelik bu birlik dünyanın en gelişmiş medeniyetini, en zengin topraklarını ve üstün kültürünü de
içinde barındıran, 21. yüzyıla damgasını vuracak bir birlik olacaktır. Bu birliğin öncülüğünü
yapabilecek tek millet ise hiç şüphesiz Osmanlı'nın mirasçısı olan Türk Milleti'dir.
* Ayrıca böyle bir birliğin kurulması
Türkiyenin ABye girmesine de engel değildir. Türkiye, Türk- İslam dünyasının lideri bir ülke olarak ABye
girebilir ve böylelikle Avrupanın geneline hakim olan materyalist anlayışın ortadan kaldırılmasında
önemli bir görev üstlenebilir. İslam ahlakıyla ahlaklanmış Türk insanının sahip olduğu
şefkat, merhamet, kardeşlik, fedakarlık gibi güzel erdemler bu vesileyle Avrupaya ve tüm dünyaya yayılabilir.
2-Terörün Kökeni Konusunda Doğru Bir
Saptama Yapmak Terörün Kökünü Kurutmak İçin Şarttır
* Bölücü terör örgütü sadece dağda değil,
halkın arasında da yıkıcı faaliyetlerini sürdürmektedir. Bölücü örgüt, halkın arasına da
sızmakta ve sistemli bir materyalizm ve komünizm propagandası yürütmektedir. Çünkü komünist militanlar, İslam
ahlakını benimsemiş bir toplumda başarılı olamayacaklarını gayet iyi bilmektedirler.
Bu faaliyet ise dağdakinden çok daha tehlikeli ve sonuçları çok daha vahim olabilecek niteliktedir. Çünkü ülkemizin
doğu kısmında yaşayan insanımız Marksist-Darwinist düşünceler ve bunların getireceği
zararlara dair yeterince bilgi sahibi değildir. Eğer vakit geçirilmeden tedbir alınmazsa, komünist bölücü örgütün
telkinlerine her geçen gün daha fazla gencimiz kapılacaktır.
* İnsana sevgi duymanın, güzel
ahlakın, şefkatin ve merhametin önemini bilerek yetişen nitelikli bir gençlik yerine Darwinist eğitimden
geçirilmiş gençlik konulduğunda sonuç toplumsal yıkımdır. Komünizm gibi insanlık dışı
ideolojilere taraftar toplamak için ilk yapılan, "insanın, doğanın ve tesadüflerin ürünü bir cins hayvan
olduğu" yönündeki asılsız Darwinist iddiaları toplumlara benimsetmektir. Darwinist toplumlarda vefanın,
sadakatin, şefkatin, fedakarlığın hiçbir önemi yoktur. Din, aile, millet, bayrak gibi kavramlar da birşey
ifade etmemektedir. Bölücü terör örgütü de, terörist olarak yetiştireceği kişilere öncelikle diyalektik materyalizm
ve bu felsefenin temeli olan Darwinizm eğitimi vermektedir. Dolayısıyla bunlara karşı etkili ve kararlı
bir fikri mücadele ve propaganda yürütülürse Marksist-komünist terörün önü alınabilir. Türkiye komünist terörle yok edilmek
istenmektedir. Bunun çaresi komünizmin zemininin yok edilmesidir. Bu zemin ise Darwinizm'dir.
* Sadece askeri ve polisiye tedbirlerle soruna
köklü bir çözüm getirebilmek mümkün değildir. Marksist-komünist ve Darwinist öğretilerle beyinleri yıkanarak
Milletimize karşı kışkırtılan insanlar, ancak bu çarpık ideolojilerin gerçek yüzleri ortaya
konup, dayandıkları felsefelerin sefaleti gözler önüne serilirse bu kitlesel hipnozdan kurtarılabilirler.

Güneydoğudaki
bölücü terörü yürütenler Marksist- Leninist-komünist mihraklardır. Bölgede yaşayan vatandaşlarımızdan
bir kısmının kandırılıp alet edildiği bu komünist faaliyetin destekçileri dünya çapındaki
komünist ve sosyalist örgütler, partiler ve iktidarlardır.
DARWINİZM, BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜNÜN
İDELOJİSİNİN TEMELİDİR
Türk Devleti'nin
bölünmez bütünlüğünü hedef alan en önemli tehdit olan bölücü terör, doğrudan komünist ideolojiye dayanmaktadır.
Materyalizme ve Darwinizme dayanan bu ideoloji, ahlak, mukaddesat ve maneviyat gibi kavramları reddetmekte, insanların
sadece maddi varlıklarını esas almakta, hatta Darwinizmin etkisiyle insanları bir çeşit hayvan olarak
görmektedir. Darwinizm ile komünizm bağlantısını ortaya koyan pek çok örnekten biri komünizmin kurucusu
Karl Marxın yaptığı şu açıklamadır:
"Darwin'in
yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından
temelini oluşturuyor." (Marks Engels Mektuplar, cilt 2, s.126) |
3- Milli Kültürümüze Sahip Çıkmak Şarttır
Milli kültür, bir devleti
ayakta tutan unsurların en önemlisidir. Türkiye'nin de içinde bulunduğu Ortadoğu bölgesine baktığımızda,
milli kültüre sahip halkların her türlü zorluğa karşı varlıklarını koruduklarını,
buna karşın bu kültürden yoksun halkların en ufak bir zorlamada dağılıp parçalandıklarını
görebiliriz.
Irak, milli kültüre sahip
olmayan ve bu nedenle de parçalanan ülkelere iyi bir örnektir. Bilindiği gibi Irak, I. Dünya Savaşı'nın
ardından Osmanlı'nın yıkılmasının bir sonucu olarak İngiltere ve Fransa arasındaki
gizli Skyes-Picot Anlaşmasının sonucunda kurulmuştu. Ama ortada bir "Irak Milleti" ve doğal olarak
da "Irak Milli Kültürü" yoktu, hiçbir zaman da oluşmadı. Bu nedenle de Irak, son dönemdeki savaş ortamının
ardından oluşan siyasi istikrarsızlığın sonucunda bir anda parçalanma sürecine girdi.
Unutmamak gerekir ki, devletin
bekası milli bilincin, milli kültürün gücüne bağlıdır. Bir devlet çok büyük saldırılarla da
karşı karşıya kalsa, halkının sahip olduğu milli kültür onu yaşatır.
Bir toplumda devlete bağlılığı
sağlayacak asıl etken, toplumda görülen ahlak anlayışıdır. Eğer bir toplumda; menfaatperestlik
yaygınlaşırsa, isyankarlık ve çatışmacılık makbul olarak görülürse, saygı ve
fedakarlık gibi kavramlar terk edilirse, bu durumda o toplumun bireylerinin devlete bağlı olmaları da
düşünülemez. Çünkü devlete bağlılığın temelinde belirli bir terbiye ve ahlak yatmaktadır. Bu
terbiye ve ahlak kaybolur ve kötü ahlak özellikleri bir toplumda yaygın hale gelirse, devlete bağlılık
kavramı da kendiliğinden aşınmaya başlar. Sözünü ettiğimiz terbiyenin ve ahlakın temelinde
ise derin bir Allah korkusu ile coşkulu bir Allah sevgisi yatar. |  4-Manevi Değerlere Olan Bağlılığı Korumak ve Güçlendirmek Şarttır
Türkiye'nin önümüzdeki
yıllarda çevresinde söz sahibi bir dünya gücü haline gelebilmesi için, siyasi ve ekonomik gelişmesinin yanı
sıra, milli kültürünü de sağlam temellere oturtması gerekir. Milli kültürümüzün özü, milletçe mukaddes saydığımız
manevi değerler, yani inançlardır. Şüphesiz ki, bu değerler birlik ve beraberliğimizin muhafazası
için vazgeçilmez birer ihtiyaçtır.
Bir milletin fertlerini
birarada tutan en güçlü bağ olan ortak manevi değerler; aile, ahlak ve devlet müesseselerinin de devamını
sağlayan en önemli unsurdur. Nitekim tarihe, özellikle de Türk milletinin tarihine baktığımızda bu
değerlendirmelerin ne derece isabetli olduğunu kolayca görmekteyiz. Türk Milleti'nin tarihinde yer alan tüm güçlü
ve kalıcı devletler, özellikle de 6 yüzyıl boyunca dünyanın en büyük siyasi güçlerinden biri olan Osmanlı
İmparatorluğu, manevi değerlere bağlılıktan gelen güçlü bir kültür üzerine yükselmiştir.
Tarih boyunca dini bağları güçlü devletler
varlıklarını sürdürebilirken diğerleri kargaşa ve anarşi içinde yok olmuşlardır.
Peki bunun sebepleri nelerdir?
Din Olmaza Neler Olur?
1) Herşeyden önce din ahlakının
yaşanmadığı bir toplumda, dinsizlik ve temeli inançsızlık üzerine kurulu görüşler rağbet
görür, birçok sapkın fikir sistemi yayılacak zemin bulur. Bireyler kendi benliklerinden, ortak kimliklerinden uzaklaşırlar.
Temelini Allah'ı inkar (Yüce Allahı tenzih ederiz.) ve dinsizlik üzerine oturtmuş olan materyalizm gibi felsefeler
ve komünizm gibi ideolojiler o toplumu kısa zamanda bir ağ gibi sarar. Kısacası böyle bir toplumda dini
değerlerin yokluğundan meydana gelen boşluğu bölücü ve dejenere edici fikir sistemleri doldurur.
2) Bunun daha baştan sağlıksız
bir model oluşturduğu açıktır. Çünkü din, bir ahlak sistemi ve yaşayış biçimidir. Sonsuz
rahmet sahibi Rabbimiz Kuran ayetlerinde insanlara doğru ve yanlışı açık olarak bildirdiğinden,
din ahlakına göre yaşayan biri, iyiyle kötüyü birbirinden ayırmasını bilir. Örneğin, doğru
olmanın, hoşgörülü olmanın, vatanını sevmenin iyi; fuhşun, zulmün, adaletsizliğin kötü
olduğunu bilir. Dolayısıyla din ahlakı, insanlar arasındaki yardımlaşma, dürüstlük, hoşgörü,
adalet, fedakarlık gibi erdemlerin en temel kaynağıdır. Dini değerlerin var olmadığı
bir ortamda bu değerlerin hiçbirinden söz etmek mümkün olmaz. Din yoksa, ahlaktan; dürüstlükten, faziletten, adaletten
de söz edilemez. Dini inançların kasıtlı olarak yok edildiği toplumlarda ise, bu değerler zaman içinde
kaybolmuştur.
Nitekim temellerini inançsızlık ve
Allah'ı inkar üzerine kuran toplumların yaşadıkları dejenerasyonun boyutlarını, bugünün
materyalist uluslarında görmek mümkündür. Sovyetler Birliği, Küba, Arnavutluk, Çin gibi örnekler, bir toplumda dinsizlik
hakim olduğunda önce hızlı bir ahlaki dejenerasyonun başladığını, ardından da
toplumsal ahlakın kısa zamanda yok olduğunu ortaya koyan somut birer delil teşkil etmektedir.
3) İnsanı insan yapan ahlaki değerler
geçerliliğini yitirdiği ve yok olduğu takdirde, toplumun her kesimi ve her ferdi bundan nasibini alır.
Her birey sadece kendisini umursayan ve diğer hiç kimseyi önemsemeyen ayrı birer "parça" haline gelir.
4) Bu çark bir kere işlemeye başladığı
takdirde, devletin oturmuş düzenini ve milletin yerleşmiş dokusunu da akıl almayacak şekilde tahrip
eder. Çünkü devlete bağlılık, vatan sevgisi gibi üstün vasıflar yine din ahlakının yaşanması
sonucunda gelişmiş özelliklerdir. İslam ahlakına göre yaşamayan, dolayısıyla vicdani duyguları
gelişmemiş bir insanın vatanını milletini sevmesi, hizmet şuuru içinde çalışması,
karşılık beklemeden gece gündüz vatanı için nöbet beklemesi elbette düşünülemez. Böyle bireylerin
yetişmediği veya yetişmiş bireylerin bu üstün vasıflarını kaybettiği bir toplum, şüphesiz
ki hem sosyolojik açıdan hem de siyasi olarak varlığını sürdüremeyecektir. Din ahlakının
yaşanmadığı bir toplumda devlet otoritesinden, devletin varlığından ve bekasından
söz etmek mümkün değildir.
5) Din ahlakının, inancın ortadan
kalkışının bir başka tehlikeli sonucu, insanların yavaş yavaş psikolojik sorunlara
mağlup olmaya başlamasıdır. Suç oranlarındaki artış, içki ve uyuşturucuya yöneliş,
fuhuş patlaması, huzursuzluk ve çatışma ortamı toplumun psikolojik açıdan yıprandığının
en somut alametleridir. Bunun doğal bir sonucu olarak birbirine güvenmeyen, birbirini sevip saymayan, sadece kendi yaşam
mücadelesini sürdürmeye çabalayan, toplumun diğer üyelerini ise birer rakip hatta birer düşman gibi gören bireyler
ortaya çıkar. Sosyal adaletsizlik ve ekonomik sıkıntılarla beslenen bu gerilim, kısa süre içinde
adeta toplumsal bir cinnete dönüşür ve bunun sonucunda da toplum parçalanır.
6) Dünya tarihinde birçok ulus, din ahlakının
gereği olan değerlerini bir kenara ittiği anda, dejenerasyon, çözülme ve parçalanma tehlikesiyle karşı
karşıya kalmıştır. Dünyanın hangi bölgesinde olursa olsun, dini değerler ne zaman yok edilmeye,
inanç özgürlüğü ne zaman baskı altına alınmaya çalışılsa devlet karşıtı
anarşist hareketler zirveye çıkmıştır. Örneğin, birtakım kişiler bizzat devlet otoritesini
zaafa uğratma arayışlarına girmiş; mevcut düzeni yıkarak Marksist bir rejim tesis etmeye çalışmış;
asırlarca birarada yaşamış bir milleti kamplara bölmeye kalkmış; toplumu sağ-sol çatışmalarıyla
iç savaşın eşiğine getirmiş; sol darbe hayalleriyle grevler, yürüyüşler, protesto gösterileri
yapmış ve toplumsal çalkantılara sebep olmuşlardır.
Tarihinde birçok defa bu kritik dönemleri yaşamış
olan Müslüman Türk Milleti, din dışı ideolojilerin, Marksizmin, komünizmin bir ülkeye iç huzur, güven, refah
ve ilerlemeden ziyade terör, anarşi, kaos ve kargaşa getirdiğini artık görmüştür.
7) Din ortak paydasının yok olması,
toplumlararası barışı da tehdit eden önemli bir tehlikedir. Din ahlakının ortak hoşgörüsünde
birbirleriyle uyumlu bir şekilde yaşayan uluslar, bu hoşgörü ve uzlaşma zemini olmadığı
takdirde birbirleriyle çatışacak, yeryüzünde kaos ve büyük bir kargaşa meydana gelecektir.
"Dinsiz toplumların
devamına imkan yoktur" sosyolojik gerçeğinin tarihteki somut delillerine dayanarak söyleyebiliriz ki Türkiye'nin
bekası için dini kimliğimizin korunması ve güçlendirilmesi hayati öneme sahiptir. Çünkü din ahlakından
kaynaklanan değerlerin yok olmasının alternatifi yoktur. Dinsizlik ve temeli dinsizliğe dayalı
akımlar hiçbir suretle birer alternatif olamazlar. Bu akımlar tarihte hiçbir zaman hiçbir
topluma, millete ve devlete en ufak bir fayda getirmemiştir. |
5-Milli Kültürümüzü Gelecek Nesillere Aktarmak Şarttır
Siyaset bilimciler, milli
kültürün özellikle de 21. yüzyılda her dönem olduğundan daha etkili bir faktör olacağını düşünmektedirler.
Bu yüzden Türkiye'nin geleceği, tarih boyunca ayakta tutmuş olduğu kültürünü ya da bir başka deyişle
Türk-İslam mirasını modernleştirerek sonraki nesillere aktarmasında yatmaktadır. Milli kültürümüzün
gelişmesi için yapılması gereken, Türk Milli Kültürünün bekasına karşı orta ve uzun vadede oluşan
tehditleri teşhis etmek ve bu tehditlere karşı ciddi çözümler üretmektir.
Bu çalışmayı
iki temel platformda yürütmek mümkündür. Birincisi, Milli Kültürün bekası, geliştirilmesi, canlı tutulması,
topluma ve özellikle de genç kuşaklara aşılanması için uygulanması gereken geniş bir eğitim
ve propaganda programıdır. İkincisi, milli kültürümüzü tehdit eden unsurlara karşı geliştirilmesi
gereken karşı-propaganda ve fikri mücadele stratejisidir.
1) MİLLİ KÜLTÜRÜN KORUNMASI İÇİN
PROGRAM
a) Milli Eğitimin Düzenlenmesi:
Bu hedef için düzenlenmesi gereken kurumların
başında okullar gelmektedir. Bugün Türkiye'deki tüm okullarda "Milli Tarih" başlığı altında
dersler okutulmakta ancak bu dersler gerekli milli tarih bilincini vermekte yetersiz kalmaktadır.
Genç nesiller ilkokul, ortaokul ve lise öğrenimi
sırasında Türk milletinin tarihini daha detaylı ama daha ilgi çekici ve akılda kalıcı bir biçimde
öğrenmeli, tarihteki Türk başarıları ile gurur duyacak şuura kavuşturulmalıdır. Bunun
için de kuşkusuz hem eğitim müfredatları yeniden gözden geçirilmeli hem de eğitim ve öğretimin her
kademesinde milli tarihi gururla aktarmaya vesile olacak şevk aşılanmalıdır.
b) Medyanın Milli Kültüre Hizmet İçin
Yönlendirilmesi:
Bugün toplum bilinci üzerinde
en çok etkiye sahip olan güç, medya, özellikle de televizyondur. Bu kanal kullanılarak toplumun eğitilmesi son derece
verimli olacaktır. Milli kültürün önemini idrak etmiş vatanseverler, medya gibi güçlü bir potansiyeli muhakkak eğitici
ve faydalı bir şekilde kullanmalıdır.
Bunun yanı sıra,
Kültür Bakanlığı tarafından hazırlanacak olan eğitici ve bilinçlendirici programların özel
televizyonlar tarafından yayınlanmasını sağlayacak yasal düzenlemelere gidilmelidir. Bu televizyonları
seyreden, hatta bu televizyonlar dışında bir bilgi kaynağı olmayan kitleler, binlerce amaçsız
program yerine, bu tür yararlı programlar ile eğitilebilir.
c) Akademik Araştırmaların Desteklenmesi:
Milli kimliğin oluşmasındaki
en önemli iki unsur bilindiği gibi dil ve tarihtir. Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan Türk Dil ve Türk Tarih
Kurumlarının bu konuda yaptığı çalışmalar bilinmektedir. Ancak özellikle son dönemlerde
bu konuya yeterince önem verilmemektedir.
Oysa, milli kimliğin
muhafazası konusunda dil ve tarih araştırmaları son derece büyük bir öneme sahiptir. Bu alana kaydırılacak
kaynaklarla, Türk tarihinin daha iyi araştırılması, yeni bulguların ortaya çıkartılması
sağlanmalıdır. Üniversitelerde konu hakkındaki kürsülerin genişletilmesi, akademik kariyer yapmak
isteyenlerin bu konuda teşvik edilmesi yararlı olacaktır. Bu araştırmalarla elde edilebilecek olan
başarılı bulgular, hem kısa hem de uzun vadede Türk Milli bilincinin ve kültürünün gelişmesine katkıda
bulunacaktır. Ayrıca, Türkiye sınırları dışında yaşayan Türkler'den sorumlu ve
geniş yetkiye sahip bir devlet bakanlığının kurulması, orta ve uzun vadede Türk dünyasının
bütünleşmesi için kuşkusuz son derece yararlı olacaktır.
2) MİLLİ KÜLTÜRÜ ZEDELEYEN TEHDİTLERLE
MÜCADELE
Milli kültürümüzü tahrip
edebilecek fikir akımlarının temeli ve en tehlikelisi hiç şüphe yok ki, materyalist felsefedir.
Materyalizm, maddenin sonsuzdan
beri var olan mutlak ve yegane varlık olduğu yanılgısına dayanır. Maddenin dışında
hiçbir madde-ötesi varlık ve anlam olmadığı sapkınlığına inanır. Dikkat edilirse
materyalizm, milli kültürün temeli olan her türlü manevi kavramı reddetmektedir. Materyalizmin tahrip ettiği bu
kavramların başında ahlak, aile, vatan sevgisi, toplum için fedakarlık gibi erdemler gelir. Bugün özellikle
genç kuşak üzerinde etkili olan bu tehdide karşı, Ziya Gökalp'in "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak"
formülü kullanılmalıdır. Gökalp, Türkleşmenin ve İslamlaşmanın muasır, yani çağdaş
olmaya bir engel teşkil etmediğini, aksine üçünün bir arada yürüyeceğini söylemiştir. Bugün de materyalist
kültür içinde bilinçsizleşmiş olan toplum kesimlerine, özellikle de gençlere bu formül iyice öğretilmelidir.
Bugün gençliğin bir
kısmı, çağdaşlaşmayı kendi kimliğinden taviz vererek "Batılılar gibi olma" şeklinde
algılamaktadır. Oysa Batılılaşmak demek, teknolojinin en son geldiği sınırı kullanabilmek,
bilim alanında katılımcı olmak, karşısındakinin haklarına saygılı olmak,
hoşgörülü ve adaletli olmak, toplumun bütünlüğünü sağlayan temel yapı olan ailenin korunması demektir.
Yapılması gereken,
milliyetçiliği ve milli kimliği muhafaza ederken siyasi ve iktisadi yönden onlarla rekabet edecek ve en kısa
zamanda da onlara örnek olacak bir seviyeye gelmektir. Gençliğe bunu kavrattığımız takdirde, Allahın
izniyle büyük bir mesafe kat edilmiş olacaktır.
BÜYÜK TÜRKİYE İDEALİ İÇİN MİLLİ SEFERBERLİK ŞARTTIR
Cumhuriyet tarihimiz
boyunca komünizmi Türk Milletine benimsetmek için türlü oyunlar oynanmış, -illegal yöntemler de dahil olmak üzere-
bu yolda her şey denenmiştir. Ancak Türkiye, tarihten gelen mirası ve Türk Milletinin üstün meziyetleri sebebiyle
tüm bu komünist tuzakları bozacak ve Türk-İslam aleminin ve mazlum milletlerin koruyucusu ve lideri olarak ortaya
çıkacaktır.
Türkiye, Büyük Türkiye
olmalıdır. Üç kıtada yaşayan Müslüman toplumlar bunu beklemektedirler. Bu beklenti doğrultusunda
milli seferlik ruhu içinde azim ve kararlılıkla gayret gösterildiği ve fikri mücadele ve propaganda doğru
şekilde yürütüldüğü takdirde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bekası için büyük tehdit oluşturan bu Marksist-komünist
terör engellenmiş olacaktır. Yüzyıllar boyunca dünyaya nizam vermiş, döneminin süper gücü olmuş,
yüksek bir medeniyet kurmuş, halkını barış ve huzur içinde yaşatmış, adalet dağıtmış
büyük Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçısı olan ülkemiz şahlanacak ve Büyük Türk Milleti -Allahın
izniyle- 21. yüzyıla damgasını vuracaktır.
TÜRKİYE ÜNİTER BİR DEVLETTİR
Bilindiği gibi Türkiye
Cumhuriyeti toprakları üzerinde farklı etnik gruplar, tarihin eski dönemlerinden beri birarada yaşamaktadırlar.
Günümüzde de, Türkiye sınırları içinde, ana dili Türkçe olmayan, farklı etnik kökenlerden gelen gruplar
bulunmaktadır, ancak bu vatandaşlarımız da Türk Milletinin birer parçasıdırlar. Her fırsatta
Türkiye'nin iç işlerine karışan ve halk içinde ayrılık çıkartmak isteyenler bu kültürel farklılıkları
gündeme getirerek Türk Milletinin belirli bir kesimini bütünden ayırmak, Devletin üniter yapısını bozmak
istemektedirler. Bu ideallerini ise federasyon tarzı bir yapıda özetlemişlerdir. Bu düşüncede olanlar
Türkiye'de tek bir milletin varlığını görmezlikten gelmişlerdir. Bu çevreler, aynı topraklar
üzerinde farklı etnik ve kültür renklerine rağmen kardeşçe ve tek bir millet olarak yaşayan Türk ulusunu
bu hain tuzakla sayısız parçaya bölmek istemektedirler. Böylece daha önce savaşlarla elde edemediklerini, politik
oyunlarla elde etmek, Türk Devleti'ni parçalamak istemektedirler. Bu konunun sadece gündeme gelmesinin bile toplum içinde
yarattığı huzursuzluk ve tehditin boyutu ortadadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti,
üniter bir devlettir; yani kendi bünyesinde farklı kanunların geçerli olduğu farklı yönetim bölgeleri
yoktur. "Federatif" yapılar yoktur. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yetkisi tüm Türkiye topraklarını kapsar
ve her Türk vatandaşı bu topraklar üzerinde eşit muamele görür. Söz konusu üniter devlet yapısı,
Türkiye'nin bölünmez bütünlüğünün ve iç huzurunun en büyük teminatıdır.
|